<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d3216149817626282103\x26blogName\x3dSalvia\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLUE\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://adasalvia.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://adasalvia.blogspot.com/\x26vt\x3d6379591138081927475', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Acemi adımlar - 11 -


Kulübenin çatısındaki enerji panellerinin güneşten aldığı ısıyı nasıl elektriğe çevirdiğini her ne kadar anlatamadımsa da sana, bilmiş bilmiş başını sallaman hoşuma gidiyor. İşte burası da su istasyonumuz diyorum sana. Güneşin gözlerime kaçmasını engellemek için, şapkamın siperliğini bastırıyorum alnıma. “Şimdi su nereden geliyor” u, eğilip su pompasının motorunu göstermekle açıkladım sana. Yukarıda dönen rüzgar pervanesinin, suyu birkaç metrelik bir borudan nasıl emdiğini izah etmeye çalıştım gülerek. Anlamasan da tamam diyor, suyun gelmiş olduğunu kabul ediyor,” toprağın altından geliyor yani” diyerek kestirip atıyorsun.

Aklın bahçe de mi kalmıştı ne?

Orada olgunlaşan mısırların püsküllerinden nasıl bebek yapıldığını anlatıyordun habire. Enerji odasını sevmediğin her halinden belli ki “hıhım” deyip çıkıyorsun işin içinden. Kısa öz ve net biçimde anladım ki, bu tuhaf araç gereçlerle işin hiç ama hiç olmayacak.

Adanın Kocataş’a doğru giden sahilinde, senin acemi adımlarının peşinden yürürken, bu sürdürülebilir ve doğal enerji kaynaklarının ne kadar işe yaradığı, hayatımı nasıl kolaylaştırdığını, doğaya zararsızlığını, bunları yapacağım diye harcadığım zamanı anlatıp durdum yol boyunca. İşe yarıyor bunlar işte anlasana. Oysa senin işe yaramıyor diye bir iddian bile yok.

Kocataş’ın solundan adaya doğru uzanan hafif sığlıkta nasıl balık tuttuğumu, kıyıdaki dikine iki direğin üzerine enine uzattığım diğer bir direkle yapmış olduğum sereni, ıslanan balık ağlarını kurutmakta kullandığımı, yakaladığım balıkların mevsime göre çeşitliliğini, lezzetini, hatta bunlardan birkaç tür yemek bile çıkarabildiğimi, anlattım. Ben anlattıkça içinde balık kelimesi geçen her ifademde, korsanın kulaklarını ve kuyruğunu dikerek dikkatle bize baktığına çok gülmüştün.

Neredeyse bütün bir öğleden önceyi sahilde yürüyerek geçirdik. Burada yaşayan çok sayıdaki kuş türlerinden renklerinden, yaşam biçimlerinden söz açıp, güney taraftaki ormanda yetişen mantarları, bitki köklerini, çiçekleri, meyveleri tartıştık. Okaliptüs ağaçlarının yapraklarının burada yetişen ve kahvaltıda kaynatarak içtiğimiz çayla azıcık harmanlanıp içildiğinde nasıl şifalı olduğunu anlattım sonra. Güneşin altında değildik ve sen bembeyaz yansıyordun oturduğun kumsalda. Havası güzel buranın, dediğin gibi oldukça temiz ve ferah görünüyor deniz. Oturduğumuz yerin önündeki sığlıkta, çatlayıp beyazlaşan dalgaları elinle gösteriyor, bir martı daha kondu suyun üzerine diyorsun. “Dalgalarıyla dalga mı geçiyorsun denizin” diyorum, basıyoruz kahkahayı. O martılardan o kadar çok var ki burada.

Yanımızdaki su, bittiğinden yada daha fazla susayacak olduğumuzun farkına vardığımızdan, güneş biraz etkisini yitirdiğinde çakıl dereye doğru uzanmaya karar veriyoruz. Kıyıda taş kaydırmadan da olmaz ki ama. Denizle dalganın öpüştüğü yere doğru fırlatıyorum şapkamı bir bahanem olsun diye. Önce korsan koşuyor peşinden şapkanın, ardından da ben. Geliyor musun?

Dizlerinin üstüne kadar çektiğin deniz mavisi kaprinin, sularla buluşmasına gülüyoruz seken taşları sayarken. “Ama senin kolun daha uzun ki” diyerek itiraz ediyorsun. İri siyah gözlerinle en yassı olan taşı aramak için kıyı boyunca bir o yana bir bu yana koşuşturman, korsanı eğlendiriyor. Neşe içerisinde taş aramaya koyuluyor o da. Aniden bulunan güzel siyah ve yassı olanların, karada daha fazla kalmak için artık hiç ama hiç şansı yok. Uzaklarda bir yeri nişan alıyor, gerilip olanca gücünü kullanıp, yatay bir hareketle fırlatıyorsun hemen taşı. Islanmayı sevdiğinden olacak, hemen peşinden atlıyor suya korsan. Dikkatini taşın düşeceği yere odaklamış bir biçimde hızla taşın ardından fırlıyor o da. Senin attığın taşları daha mı çok seviyor ne? Sen attıkça ben sayıyorum sekmeleri, ben attıkça da ben. Bir iki üç dört, gördün mü yedi oldu diye haykırıyorum? Güneş yüzüne vuruyor belki. Bir bana, bir taşa bakıp “göremedim bir daha at” diyorsun, eğleniyoruz.

Görsel

Etiketler:

“Acemi adımlar - 11 -”