<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/3216149817626282103?origin\x3dhttp://adasalvia.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

İçeride - 4 -

Delirmiş olmalıyım. Gerçekten delirmiş olmalıyım. Neden bazı şeyler aklımıza her şey sona erdikten sonra gelir. Tüm o konuşmalar boyunca, eşyalarımı toplayıp arkadaşlarımla vedalaşırken, son bir kez şehrin sokaklarını turlarken aklıma gelmeyenlerin hepsi şimdi zihnime doluyor. Şimdi bu kıyıda durmuş “Ya şöyleyse, ya böyleyse” diye başlayan cümleler kuruyorum. Öyle ya bu adada, seninle her şey olabilir. Kim bilir belki hayatımın sonuna bile gelmiş olabilirim. Bir aptallık sonucu kendi ölümüme kendi ayaklarımla gelmiş olabilirim. Ve bu bot benim tabutum olabilir.Ama artık bunları düşünmek için doğru bir zaman değil. Hem kaygıları geride bırakıp cesur olmaya karar verdiğim bir zamanda bu düşüncelerin anlamı da nedir? Kaçmaya çalıştığın şeyleri peşinden sürüklemiş olmak ne kadar mantıklı? “Tüm endişe ve kaygıları ardımda duran suya bırakmalıyım.” diyorum. Ve öyle de yapıyorum.


Kıyıda duruyorum. Bu ayakkabılara ihtiyacım yok artık. Çıplak ayaklarımla kumları usulca eziyorum. İnsanın önce ayakları tanımalı gittiği yerin toprağını kumunu değil mi? Oranın bir parçası olabilmek için bu şart. Kumlar ayaklarıma yabancı şimdilik, ayaklarım da kumlara. Öylece duruyorum bir süre. Ada, deniz, kumlar, gece… Ve neden sonra “artık başlamalı” diyor ve botun içinden bavulumu çıkarıyorum. Tek bir bavul. İçine tüm hayatımı sığdırdığım tek bir bavul. Önce tek değildi elbet. Benim gibi gittiği yere neredeyse evini taşıyan birinin bir bavulla yeni bir hayata başlaması olasılık dışı gibi görünmüştü gözüme. Ama o kocaman bavullara bakarken bir şeyi fark ettim. Tüm bu hengameden, kentten ve kentin üzerime yapıştırdığı, benim olmayan ama benim sandığım her şeyden kurtulmak için gittiğim bir yere kurtulmaya çalıştığım pek çok şeyi yanımda götürüyordum. Saçmalıyordum. Tüm bavulları açıp çoğunu çıkardım. Neler almamıştım ki yanıma? Makyaj malzemeleri mesela. Bir adada bir insan makyaj malzemelerini ne yapsın ki? Ama insan alışkanlıklarından kolay kurtulamıyor. Kent dışında hep iş toplantılarına giden bir kadın refleks olarak ilk önce bavuluna makyaj malzemelerini koyuyor. Artık bu reflekslerden ve sürüp giden bu alışkanlık dolu hayattan kurtulma zamanı gelmedi mi? İşte tüm bunlar yüzünden tek bir bavulu ortaya koyup en temel ihtiyaçlarımı yerleştirdim içine. Bir kaç parça giysi, vazgeçemediğim birkaç kitap falan filan.

Bavulum elimde kıyıda bekliyorum. Neredesin? Ben kıyıda duruyorum ama sen yoksun. Karanlığın içinde bir ışık var. Adanın tek sakininin yani senin evin. Sen burada olmadığına göre benim oraya gelmem gerek.Yürüyorum.Gecenin içinde hoş bir koku var. Karanlıkta bitkileri ağaçları seçemiyorum ama gür bir bitki örtüsü var. Rüzgârın getirdiği bu kokular beni sarhoş ediyor. Yeni bir hayatın ilk nefesi gibi. Gülümsüyorum. El yordamıyla evinin küçük patikasını buluyorum. Bu patikanın yanında bodur bitkiler var. Bu güzel koku bunlardan geliyor olmalı. Dalgaların kıyıya vuran sesi gitgide uzaklaşıyor. Ben eve yaklaştıkça içimde korku ve heyecan karışımı bir duygu kabarıyor. Neden? Bilinmeyene atılan her adım içimizde bu duyguyu yaratmaz mı?

Evin küçük. En azından kapısında dururken öyle görünüyor. Gece beni yanıltıyor da olabilir elbet. Tahta kapıyı aralık bırakmışsın. "İçeride misin?" diye merak ediyorum. Eğer oradaysan ne diyeceğim girdiğimde? Bunu gerçekten bilemiyorum. Daha önce böyle bir şeyi hiç yapmadım ki? Başka birinden böyle bir hikaye de dinlemedim. Elim ayağıma dolanıyor. Ne söyleyeceğimi bilmediğim gibi ne hissedeceğimi de bilmiyorum.

İçerideyim. Sen yine yoksun. O kadar küçük değilmiş ev. Hafif bir ışıkla aydınlatmışsın. Bilgisayarın açık. Belki az önce buradaydın. Ama şimdi neredesin? Korkuyor muyum? Evet biraz korkuyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Masanın etrafındaki sandalyelerden birini çekip oturuyorum. Vazodaki çiçeklere bakıyorum. Kır çiçeklerini sevdiğimi düşünüyorum. Ve kır çiçeklerinin bana her zaman basit, doğal bir yaşamı vaat ettiğini düşündüğümü anımsıyorum. Birden önü alınmaz bir yorgunluk duyuyorum. Bacaklarım sızlıyor. Tüm vücudumda tatlı bir sersemlik var. Gözkapaklarıma hakim olamıyorum artık. Şu kanepeye uzansam… Uyku… Engel olamıyorum… Göz kapaklarımmm açamıyorummmm…

Fotoğraf: http://photo4people.deviantart.com/art/Mary-Anne-s-Cottage-Door-74642826

Etiketler:

“İçeride - 4 -”

  1. Anonymous Adsız Says:

    Son paragrafta pamuk prensesin ormanda yedi cücelerin evini buluşunu hatırladım ama gülümseyerek.. bir çeşit masal olmuş bu öyküde merak ediyorum ilk karşılaşmayı, aslında bir de korsanın tepkisini merak ediyorum.. bir yabancı, bir rakip belkide..